Dolandırıcılık suçunun varlığından bahsedilebilmesi için, aldatmaya yönelik hileli hareketin önce icra edilmesi ve mağdurun iddia ettiği zararın da bunun sonucunda doğması şartlarının varlığı gerekir. Yani,  failin aldatma kastı, hileyi oluşturan hareketten önce veya onunla aynı anda var olmalıdır; sonradan ortaya çıkan kast, dolandırıcılığı oluşturmaz.

Dolandırıcılık suçunun unsurlarını tanımlayan TCK m.157’nin gerekçesinin kastla ilgili kısmında, “Dolandırıcılık suçu, kasten işlenebilen bir suçtur. Burada söz konusu olan kast, dolandırıcılık suçunun maddî unsurlarının hepsinin fail tarafından bilinmesini ifade etmektedir. Bir başka ifadeyle, fail gerçekleştirdiği davranışların hile teşkil ettiğini, başka birini aldatıcı nitelikte olduğunu bilmelidir. Ayrıca, fail, bu hileli davranışlar sonucunda bunların etkisiyle, hileye maruz kalan kişinin veya başkasının malvarlığında bir eksilme meydana geldiğini, zarar gördüğünü ve buna karşılık, kendisinin veya sair bir kişinin malvarlığında bir artma meydana geldiğini bilmelidir. Bu itibarla, fail, mağdurun malvarlığındaki eksilmenin, mağdurun gördüğü zararın kendi hileli davranışları sonucunda meydana geldiğini bilmelidir; hile ile zarar arasındaki illiyet bağının varlığının bilincinde olmalıdır. Belirtilen hususlara ilişkin kast, doğrudan kast olabileceği gibi, olası kast da olabilir.” açıklamasına yer vermiştir

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.03.1998 tarihli ve 1998/6-8E., 1998/69 K. Sayılı kararına göre “TCK. nun 503/1. maddesinde yazılı dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; bir kimsenin iyi niyetinden yararlanarak kandırıcı nitelikteki hile ve desiselerle onu yanıltıp kendisine veya bir başkasına haksız çıkar sağlanması gerekir. Kullanılan hile ve desiseler ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu haksız bir çıkar sağlanmalı, mağdur veya bir başkasına zarar verilmelidir. Dolandırıcılık suçuna ilişkin bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, mağdur veya bir başkasına verilen zarar, sanığın hileli söz ve davranışlarından sonra ve bu nitelikteki söz ve davranışların sonucu oluşmalıdır. Önceden oluşmuş bir zarar, veya doğmuş bir borç için, sanığın müştekiye karşı hileli davranışlarda bulunması halinde, dolandırıcılık suçu oluşmaz. Zira karşı taraf, zararın veya alacağının varlığından haberdar olup zarar veya borç, kandırıcı nitelikteki davranışlar sonucu oluşmamıştır.”

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.06.2001 tarihli ve 2001/6-118 E., 2001/124 K. sayılı kararına göre ise; “… Dolandırıcılık suçu, hile ve desise kullanarak fesada uğratılan iradeyle malın tesliminin sağlanmış olması karşısında oluşur. Taraflar bir hukuki işlemi gerçekleştirmek isterken, failin yoğun olan kastının açığa çıkışında hile ve desiseler olmalı ve mağdurun rızası bu hile ve desiseler ile ifsat edilmiş olmalıdır.”

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 02.07.2014 tarihli, 2012/20974 E., 2014/13080 K. sayılı kararına göre; “Sanığın, suç tarihinden önce katılandan hayvan alarak katılana 6.000 TL borçlandığı, borcunun tamamını zamanında ödemeyince bu kez katılana suça konu 4.750 TL bedelli çeki verdiği, katılan çekin verildiği anda bankaya sorduğunda çekin çalıntı olduğunun bildirildiği, müşteki banka yazısına göre, İstanbul’daki şubeden Sivas’a gönderilen birçok müşteri hesabına bastırılan yirmi dört adet çekin kaybolduğunun bildirildiği, böylece sanığın çalıntı çekleri kullanarak resmi belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda, (…) Sanığın, katılana çek vermeden önce borçlandığı, bu borcun ödenmemesi üzerine, suça konu çeki verdiği, bu sebeple baştan dolandırıcılık kastıyla hareket etmediği dikkate alınarak ve sanığın, önceden doğmuş bir zarar veya doğmuş bir borç için hileli davranışlarda bulunması halinde zarar veya borç, kandırıcı nitelikteki davranışlar sonucu doğmayacağından dolandırıcılık suçunun oluşmayacağının anlaşılması karşısında, sanığın 5271 sayılı CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince beraatına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi” bozma nedenidir.

Yargıtay kararlarından da anlaşılacağı üzere, hileli hareketi ile maddi menfaat elde edilmemesi durumunda, dolandırıcılık suçunun oluştuğundan söz edilemeyecektir.

Madde gerekçesinde de; failin, mağdurun mal varlığında olan eksilmenin, mağdurun gördüğü zararın kendi hileli davranışları sonucu meydana gelmediğini bilmesi ve hile ile zarar arasında bulunan illiyet bağının bilincinde olması gerektiği ifade edilmiştir. Aksi takdirde faile, suçun manevi unsuru yokluğu uyarınca ceza verilemeyecektir.